31 Ocak 2012 Salı

Kardan Adamın Hazin Sonu :)))

Merhaba :)

Bju aralar pek sık post giremiyorum, kendimi berbat hissediyorum aslında bu konuda. Her zaman daha sık yazmayı istemişimdir, ancak havaların soğukluğundan mıdır bilmiyorum ama fena halde bir tembellik var üzerimde. Görseniz sabah yataktan çıkmak için sarfettiğim çabayı, halime acırsınız :) Ama bunlar daha iyi günlerim sanıyorum, evlendiğimde halim nice olur artık bilemiyorum :P

Geçen hafta cuma günü, yine karlı bir Ankara'da geçiyor bu hazin olay... :) Nişanlımla aynı kurumda çalışıyorz biz. Cuma günü odasına çay içmeye uğramıştım akşam işim olmadığı bir vakit. Bir de ne görsem, oda arkadaşı Zeynep Abla, mini mini bir kardan adam yapmış, camın önüne kondurmuş, kalemden kolları, siyah siyah gözleri; bir de portakal kabuğundan somurtuk bir ağzı var :) Nasıl şirin anlatamam :) Dedim ki hemen "ben bu şirinin bir fotoğrafını çekeyim, karın çok kahrını çekiyoruz, bu bari güldürsün beni" :) Zeynep abla hemen somurtuk ağzı gülümseyen ifadeye dönüştürdü, "Fotoğrafta da gülsün" dedi, bakın işte nasıl olmuş :)


Sonracıma, dün yine onların odasına uğramıştım, bu sefer ise...


Zavallım ölmüş, erimiş, geriye gözleri, ağzı ve sadece tek bir kolu kalmış :))) Diğer kol nerede Allah bilir, bari iskeleti tam kalsaydı garibimin :)))

Çok güldüm ama, sizinle de paylaşmak istedim :)))

Beni çok mutlu eden başka bir olguyu daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz okumayı çok seviyorum, ama bunu sevmemin yanı sıra, uzun zamandır gönlümde yatan başka bir tutkum daha var, o da "yazmak". Çok büyük bir yazar olmak gibi bir hayalim yok, ama bilirsiniz işte, insan hayalleriyle vardır... Bu da benim hayalim... :) Kafamda türlü türlü konular var, yazmak da istiyorum, Yaratıcı yazarlık kursları var, ama zaman eksikliğinden ötürü katılamıyorum :( "bir planı nasıl oluştururum işe nasıl başlarım, ne yapmalıyım?" gibi sorularımı cevaplamak için, bir kılavuza ihtiyacım vardı. Kitapyurdu.com'da işte tam böyle bir kitap buldum, iç sayfalarına baktım, ve dedim ki "bu kitabı edinmeliyim hemen!!!" eeealmışken sadece onu alsam haksızlık ederim, yanına da yine uzun zamandır okumak istediğim "Anna Karenina"yı ekledim. Rus edebiyatını çok severim hem... Bayağı da okumuşluğum vardır, ancak Anna Karenina'yı atlamışım nasılsa. Eskileri okumak ayrı bir huzur benim için. Sanki o yüzyıla geri dönüyorum, masalların yaşandığı Çarlık Rusyası'na. Büyülü bir atmosferi var, karlı ve esrarlı, prensler, prensesler ve halk... Tezatlıklar, aşklar, yoksulluklar... Herneyse...

Bir de çekiliş planım vardı tabii, onun için de sepete bir de "2012 Yazarlar Ajandası"nı ekleyince ödememi yaptım ve kargomu sabırsızlıkla beklemeye başladım... Salı günü sipariş ettim, cuma elimdeydi, havanın karlı oluşundan dolayı "ya kargom haftasonu gelirse, ya dairede olmazsam" endişelerini yaşıyordum ama, çok şükür hiç lüzum kalmadı, cuma günü pıt diye geliverdi :)


Tomiş tombiş paketlemişler, ptırdak ambalaja sarmışlar, bişeycik olmasın diye kitaplarıma :)


Açılış anıııı :) Bu mutluluğa bayılıyorum :) Mücevher alsam bu kadar mutlu olmam :) Yok belki de olurum, bilemem, severim altını :D Eşdeğer mutluluk diyelim :P O zaman, ey nişanlım, eğer okuyorsan, mücevherin muadili kitaplar alabilirsin bana, seni daha az zarara sokmuş olurum :)


Kitaplarııım :)


Anna Karenina'm, 1068 sayfa, İş Bankası Yayınları, Hasan Ali Yücel Klasikler Serisi'nden... Biraz nostaljik bir hali var bu serinin, o yüzden bayılıyorum... Altında yatan tarih, 1940'lı yıllar esintisi de benim ayrıca ilgimi çekiyor. Bu konuya başka zaman değineceğim...


Yazarlık kılavuzum :)


Bunu tanıyorsunuz zaten :)



Bunlar da her kitap siparişimle gelen, olmazsa olmazlarım, yaldızlı kitap ayraçlarım :)

Şimdilik benden bu kadar :)

Çekilişim devam ediyor, buraya tık tık ederseniz, siz de katılabilirsiniz hala katılmadıysanız :)))

Sevgiler çoook :)

30 Ocak 2012 Pazartesi

Çekilişime Buyurun: Sizin için Ördüğüm Tığ İşi Şal ve Kitapyurdu.com 2012 Yazarlar Ajandası

Eveeet :) Büyük gün geldi :)

Hatırlarsanız şu yazımda, sınavlarımın bitmesi şerefine sizler için bir şal öreceğimi, ve bu şalı da çekilişle armağan edeceğimi yazmıştım. İşte çekiliş günü geldi çattııı :)

Ama sadece şalı hediye etmek de istemedim...

buradaki yazımda da Kitapyurdu.com'un 2012 Yazarlar Ajandası'ndan bahsetmiştim sizlere. Çok olumlu yorumlar aldıktan sonra da "Neden olmasın?" diyerek, Kitapyurdu.com'dan bir 2012 Yaarlar Ajandası daha sipariş ettim, o da yine sizler için...

Ve bu iki güzelliği de sizlere armağan etmeye hazırım :)


Şalımızı Alize Angora Gold Batik Design ip ile, 3 numara tığ kullanarak ördüm :)




Çekilişe katılmak için tek yapmanız gereken, blogumun izleyicisi olmak ve bu yazının altına yorum bırakmak :)


Şartları çok zorlamadım :)
Ama dileyen arkadaşlarım, isterlerse eğer, bloglarından, Facebook hesaplarından yahut Twitter'dan da duyurabilirler. Zorunlu bir şart değil kesinlikle, sadece içinizden gelirse :)

Çekilişimiz, 7 Şubat salı sabahı saat 10:00 itibariye son buluyor :) Kargo ücreti de bana ait :)

Sevgiler hepinize de :)

27 Ocak 2012 Cuma

Kitap İzlenimim: "Kış Bahçesi"

Merhaba!!! :)

Dışarıda öyle bir kar yağıyor ki, yürürken beş metre öteyi görmek imkansız :) Geçenlerde dairede yangın merdiveninde sigara içerken, yaşlı bir mesai arkadaşım olan Ragıp Bey'le sohbet ediyoruz, dedim ki "bu sene ömrüm boyunca görmediğim kadar çok karlı bir Ankara gördüm", sonra Ragıp Bey bana bilgece(!) bir gülümseme ile aynen şöyle dedi "bu ne ki hanım kız, ben hatırlıyorum da, 87, yok yok 88 yılı, 21 şubattı hatta, öyle bir kar yağmıştı ki Ankara'ya hayat durdu, felç resmen..."

Sonra hayal gücüm çalıştı, ben de yıllar sonra bir gün bir gence "arkadaşım, bu ne ki, ben 2011 yok yok 2012 kışında, hmmm, sanırım ocağın 27si idi, öyle bir kar görmüştüm ki çok sinirlenmiştim!!!!"  evet çok sinirlendim, çünkü her akşam bakıyorum eve tırmanıyorum yerler normal, her sabah ise yollar kapalı ve servise giderken bacaklarım ayrılıyor :D

Neyse, şimdi size okuyup bitirdiğim Kış Bahçesi romanı izlenimlerimi aktarıyorum :)))

Hani Küçük Mucizeler Dükkanı postumu yazarken (okumak isteyenler burdan buyursun) bahsetmiştim ya, bazı kitaplar beni alır içine, ben sanki onun görünmez bir kahramanı olur, kıyıdan izlerim... İşte Kış Bahçesi'nde bu hisse ilk başta kapılmadım. Hikayeyle ruhum uyuşmadı, nasıl desem ilerleyemedim bir türlü... Sayfalarda boğuştum; ama 200'üncü sayfalara gelince bir hız kazandım, kitap benim için o vakit anlamlı gelmeye başladı ve bir sonraki sayfayı merak ettim...

Romanımız, Meredith ve Nina adlı kızkardeşlerin, babalarının ölümü ile birlikte, ömürleri boyunca onlara hiçbir yakınlık göstermemiş olan anneleri Anya'nın babalarının son isteği üzerine o katı kabuğunu kırıp içindekileri ortaya çıkarmasını, o aralarındaki buz gibi mesafeyi yok etmek için verdikleri uğraşı anlatıyor... Bu mesafe anneleri Anya'nın aslında gerçeğe dayanan bir masalı anlatmasıyla katedilecektir. Ama anneleri bir türlü konuşmamakta, onlarla aralarındaki o uzaklığı korumaktadır... Ama bir yere kadar...

Dediğim gibi, ilk başlarda ısınamadım, ama bırakmayı da düşünmedim. Çünkü yazar Kristin Hannah'ın bir önceki romanı "Ateşböceği Yolu"nu tabiri caizse bir solukta okumuştum, ve hala o romandaki duygu yoğunluğunu anımsadıkça farklı hissederim. Hannah eğer öyle bir roman ortaya koymuşsa, eminim Kış Bahçesi'de bir şans verilmeye değerdir" dedim, okumaya devam ettim, iyi ki de etmişim. Son kısımlarda heyecan tavan yapıyor, ve bir insanlık dramına şahit oluyorsunuz gerçek anlamda...

Neyse, ben fazla bahsetmeyeyim kitap hakkında, ve sizlere kitaptan çok beğenip paylaşmak istediğim birkaç cümle ile bu postu noktalayayım. :)

"Onlar her zaman olayların üstesinden farklı şekillerde gelmişlerdi; o(yani küçük kardeş Nina) ve Meredith. Küçük birer kızken bile. Nina çok sık düşmüş ve tekrar ayağa kalkmıştı. Meredith dikkatli hareket ederek nadiren dengesini kaybetmişti. Nina birşeyleri kırmıştı, Meredith onları bir arada tutmuştu." (bu cümlede nedense kendimi Meredith gibi hissettim, temkin, dikkat ve bir arada tutmak...)
***
"En sonunda Meredith, "Ne olacağını bilmiyorum," dedi. "Sanırım belki aşk öylece... yol olabilir."
Annesi, "Hayır, yok olmaz," dedi.
"Öyleyse nasıl?..
Annesi, "Sıkıca tutunursun," dedi, "ellerin kanayıncaya kadar. Ve yine de bırakmazsın."
***
"Biz kadınlar kendimiz değil başkaları için seçimler yaparız ve anne olduğumuzda biz... çocuklarımız için ne gerekiyorsa ona katlanırız. Onları koruyacaksın. Bu seni, onları incitecek. Senin görevin, kalbinin kırıldığını saklayıp ihtiyaçları olan şeyi yapmak."


Herkese kocaman sevgiler :)

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bulgar Gelinleri Bana da Kancayı Attı :)

Merhaba!!!

Birkaç gündür yazamadım, bir türlü ilhamım gelmedi. Dün akşam da tam yazmaya niyetlenmiştim ki, evdeki internet bağlantısında sorun çıktı ve yine post giremedim. O yüzden affınıza sığınıyorum :)

Postun başlığındaki konuya girmeden önce size yine "kar"dan şikayet etmek istiyorum :) Dün akşam yağmaya başlayan kar gene hayatımızı felç etti öyle ki sabahleyin sokağa çıktığımda neredeyse yolumuz tamamen kapalıydı, birden kendimi uzak iklimlerde hissetsem de servise yetişmem gerektiğini düşünerek acele ettim yine de sizin için bir fotoğraf yakaladım ama :)



Gerçi servise koşturmama da gerek yokmuş çünkü zaten servis yarım saate yakın rötar yaptı. Biz de durakta kendi çapımızda belediyeci olup, karda ne gibi önlemler alınması gerektiğini tartıştık. Gerçi bu hallerde herkes belediyeci olur çıkar ya neyse... Biz de geri kalmayalım işte... Servise bindiğimizde de ayrı bir alem zaten. Yoğunluğumuz çok olduğu için, bazen serviste oturacak yer bulamıyoruz, bugün de ben Aysun Abla'nın yanına oturdum, bir de oğlu Efe var tabii, küçük, çok sevimli görseniz :) Sabah bir baktım Efe horoz şekeri yiyor :) Diyalog aynen şu:
Efe: Baaak, ben HOZORLU şeker yiyorum :)
Zaten "hozor" lafına bittim. Bu arada servis fren yaptıkça şeker heryerlere değdi, tozlandı ve Efe'cik hozorlu şekerine erkenden elveda demek zorunda kaldı. Bir taraftan onu avutmaya çalışırken diğer yandan da "nasıl etsek de onu oyalasak?" diye düşünmeye başladım Sonra aklıma birden küçük çocukların sevgilisi Pepee geldi :) Allahtan Caillou'nun pabucu dama atıldı, Pepee bana da sevimli geliyor biliyor musunuz? :)

Ben: Efe, bana bir Pepee şarkısı söyler misin?
Efe: İyi de, hangisini söyleyim?
Ben: Hani var ya, Bakkala gittim iki ekmek aldım, onu söyle :)
Efe: (bütün servisin duyacağı şekilde bağırarak) iikii ekmeek aaaldıım, eve gidiyooruum, biri büyük iki küçük iki ekmek aldımmm :)
Aysun abla: Sen nerden biliyosun, sen de mi Pepecisin??
Ben : Hımm, kem küm, evet :)))

Neyse güç bela daireye geldik, ama çok komik bir yolculuktu :)

Şimdi, konumuza gelelim :) Dün öğle yemeğinden dönünce telefonuma baktığımda, cevapsız çağrı gördüm, bir baktım +359.... ile başlayan bir numara. "Hayırdır inşallah" dedim, yurtdışında hiç tanıdığım yok benim, kuzenim var ama, alan kodu Almanya'nın değil. Google'a sorduğumda bir baktım, eyvah evyah :) Bulgar gacılar bizim Türk insanına böyle çağrı bırakıp, geri dönüş yaptırarak milleti söğüşlemeye pek bayılıyorlarmış. "mağdurum, annem hasta, kardeşim okuyor, bu ülkeden gitmeme gerk" falan fişman, iki cilve, üç naz diyerek bizim yufka yürekli erkeklerden parayı toplayıp, sırra kadem basıyorlarmış, aman dikkat! Hayır nerden buldun numaramı, ben herif de değilim, bacım yanlış adres :)))) Forum sitelerindeki paylaşımların altı, hep mağdur yorumlarıyla dolu :((( Bu bana denk geldi, belki size de denk gelir diye bilgi mahiyetinde paylaşmak istedim :) daha detaylı bilgi için tık tık

Bu arada harıl harıl ördüğüm şalım dün akşam itibariyle bitmiştir arkadaşlaaar :) Hadi gözümüz aydın, yanına birkaç hediye eklemeyi düşünüyorum, onların da internetten siparişini verdim, elimde olur olmaz hemen çekilişi başlatacağım :)

Şalımızın ütüden önceki hali işte böyle minicikti :)



Vee ütüden sonra, birden genişledi, çok narin çok cici bir şal olup çıkıverdiii :)))



İnşallah beğenmişsinizdir :) Ayrıntılı resimleri çekiliş postunda ekleyeceğim, gecenin 10'unda şal ile poz verecek kimse bulamadım, herkes pijamaları giymiş, kimse gönüllü olmadı :D

Annem arkada yeşillikleri yıkamış, masaya dizmiş, dikkatli bakılırsa arkada anneme hediye yaptığım tavuklu peçetelik ve poşetlikler de görülebilir, bir zamanlar marifetliydim ben :)

Sevgiler hepinize :)

22 Ocak 2012 Pazar

Jenga uzak dur benden :P Keyifli Cumartesi Postu

Merhaba, mutlu pazarlar herkese :)

Bugün de yine karlı bir günden yazıyorum sizlere :) Demiştim ya, bünyem kara alıştı sanıyorum, artık normale bindi, rutin birşey benim için. :)

Cuma günü Konya Selçuk Üniversitesi'nde okuyan kuzenim Tufan geldi bize misafirliğe. Aslında daha önceden bekliyordum gelmesini lakin vizeler finaller filan derken ancak bu zamana kısmetmiş. Hızlı trene atladığı gibi geliverdi yanımıza :) Bize de renkli bir haftasonu geçirme fırsatı tanıdı :))) Hem insan özlüyor birlikte hasret gideriyorsun, hem de hem ona hem sana değişiklik oluyor ne güzel :)

Dün bir taraftan kar yağarken diğer taraftan da "ne yapsak ne etsek?" derken, Tufan "Oyun oynasak ya hep beraber, Jenga filan.." dedik biz de "Güzel fikir, ama evde oyun yok ki" sonra da düşündüm, yahu milyon tane cafe var oyunu olan birine gider oynarız.. :) Çıktık evden Kızılay'a indik, ben düşünüyorum "nereye gitsek? nereye otursak?" çok zor geldi ya, ben Kızılay'a gidince oturduğum sadece birkaç yer var, orası da oyunlu filan değil, kitap kafe şura bura yahut yemek yiyebileceğim mekanlar. En sonunda kardeşim bizi Sobe Cafe adlı bir cafeye götürdü, oyunumuzu istedik başladık ama....

Ne başlayış, o Jenga ne kadar felaket bir oyundur yahu, ben ilk defa oynuyorum, nişanlı da öyle ama benim kardeş vızır vızır çekiyor tahta blokları.

Tufan bir bloğu büyük dikkatle çekerken...


Süper dengesiz bloklarımız...

 Piyango bana vurdu, kulenin yıkılma anları hep bana denk geldi, ben de mızıkçılık ettim hemen, "oynamıcam banane" filan :) Sonra millet de sıkılınca blok yıkılmalarından, biz de Tabu'ya geçelim istedik :)

Tabu XL geldi önümüze, hani şu tabu maymunu filan var çizerek anlatıyorsun vs... Oyun kılavuzu yoktu kutunun içinde, biz de bildiğimiz düzenden devam edelim dedik. Begüm ve Tufan eş oldu, ben de nişanlıyla eş oldum. Tam bir felaketti ama... :) Birkaç diyalog sizlere;

-Ben: Aşkım hani var ya ben araba kullanrken sol şeritte giderim arkamdan selektör atar ben yana geçeyim diye,
-Nişanlı: Kamyoncu!
-Ben: Hayır aşkım kamyoncunun solda ne işi var, hani o bana korna gibi bişey çalar ben panik olurum dua ederim ya
-Nişanlı: Ha o zaman otobüsçü ya da dolmuşçudur..
-Ben: Aşkım niye anlamıyosun, hani soldan gider bu şey, durumu fena olanlar biner buna..
-Nişanlı: ??!!!!!
-Ben: Öf ya sen de bişeyi anlamıyosun bidaha eşleşmem senle!!!

Anlatmaya çalıştığım kartta ambulans yazıyordu :)))

şu diyalog ise ailede blog ismimin çoktaaan tescillendiğini anlatmama yetiyor sanırım :)

-Begüm: (yazıldığı gibi okuyun) nınının Cicileri
-Tufan: Maya'nın Cicileri, Maya maya :)))

koptum yahu resmen :)

Bakalım bugün neler yapacağız :)

Ha bu arada, ben şalı örmeye başladığımda bir hesap hatası yaptım, ip tiftik olunca sökemedim de, geri en baştan yeniden başladım, ama az kaldı bitireceğim umarım iki güne, çok heyecanlıyımmm :)


ilk resimdeki büyük olanda işte ben hücreleri 10 zincirde hesaplamıştım ondan olmamıştı, sökülmedi de, başka bişey olark değerlendireceğiz artıkın, küçük olanı ise yeni başladığım şal, ama o da artık o kadar küçük değil :)

 ucundaki ilk çiçeğini kondurdum bile, hatta şu an  çiçeği oldu, bitse de artık sizlere hediye etsem değil mi??? :)

herkese kocaman öpücükler :)

19 Ocak 2012 Perşembe

Kitap İzlenimim: "Küçük Mucizeler Dükkanı"

Merhaba! :)

Yine soğuk bir günden yazıyorum, ama artık "hava çok soğuk, bıktım, ayaklarım da kayıyor zaten, öfff!" diye sızlanmayı bıraktığım, soğuğu kabullendiğim, kendimi bir eskimo moduna soktuğum bir gün bugün benim :) Ne yapalım, madem şikayet etmekle daha sıcak bir havaya sahip olamıyoruz, biz de koşulları kendimize uyduralım değil mi? :)

Kaç gündür övmekten bitiremediğim kitabım "Küçük Mucizeler Dükkanı"nı en sonunda, ne kadar yavaş okusam da bitirdim :) Bu yazıda da sizlere izlenimlerimi aktarmak istiyorum, aynı zamanda ilk kitap izlenimi yazım olacak, kısmetse bu izlenim yazılarımı bitirdiğim her kitabın arkasından yayınlamak istiyorum :)

Doğrusunu söylemek gerekirse ilk başta kitabın kapağı beni çok etkilemişti. Hatta tüm bu merakımın sırf kapak tasarımından da kaynaklandığını söyleyebilirim. İyi tasarlanmış bir kapak, demek ki okur potansiyelinde çok önemli bir role sahip.
Sonrasında sınavlarım da bitmişken dedim, "ben bu kitabı bir okuyayım" zaten blogda okumaya başladığımı söylememden itibaren, çok çok güzel ve akıcı olduğu yolundaki görüşlerinizi benden esirgemediniz :) Herkes bu kadar güzel şey söylüyorsa kensin bir bildikleri vardır zaten dedim, ve sizlerin yorumlarının da boşa çıkmadığını gördüm :)

Kitabımız anlatıcı karakter Lydia Hoffmann'ın Blossom Sokağında "Bir Yumak Mutluluk" adlı tuhafiyesini açması ve bu kapsamda da bir örgü kursu başlatmasıyla başlıyor, ve Lydia'nın öğrencileri sosyetik Jacqueline, anne olmak hayattaki en büyük arzusu olan Carol ve marjinal Alix'in bu kursa katılımlarıyla başlayan bir arkadaşlığı konu alıyor. Bu değişik karakterdeki insanları bir araya getiren tek şey ise "örgü örmek" :) Bir hobi kitabı değil ama öyle bir izlenim uyandırmayalım :) Sadece başladıkları bir kursun, ve dolayısıyla gelişen arkadaşlık bağlarının hayatlarında meydana getirdiği değişimler üzerine bir roman.
Kimi yerlerinde üzüldüm, ama çoğu yerinde cidden gülümseyerek, hatta kıkırdayarak okudum bu romanı. İşyerinde okurken gülünce özellikle millet bakıyor, "neye gülüyor bu kız, komik bir durum mu var?" diye, hemen farkına varıp susuyorum, öyle tatlı sürprizler var ki ağzım kulaklarımda okumaktan kendimi alamadım ama çoğu yerde :)

Velhasılı kelam sürükleyici ve mutlulukla, hayatla, dostlukla ilgili bir solukta okuyabileceğiniz, sıcacik bir roman istiyorsanız, "Küçük Mucizeler Dükkanı" sizin için doğru adres :)

Sevgilerimle :)

18 Ocak 2012 Çarşamba

Donuyorummm!!!

Merhaba!!!
Şu karın yağması güzel şey hoş şey ama benim için buzdolabında yaşamakla da eşdeğer bişey! İlk günler "aaa ne güzel kar yağıyor, şuna bak, ne hoş manzara, ayy çam ağaçları çok romantik" diye başlayan cümlelerim, bir süre sonra "öff, kar yağdı her taraf buz, yaz gelse sıcağa da razıyım, ayaklarım dondu" gibi cümlelere evriliyor. O manzarası ne güzel dediğim çam ağaçlarını altından geçerken, bir kar yığını başımdan aşağı dökülüyor; mahalledeki çocuklar, yokuşları kayak pistine çevirdiği için yokuştaki evimize işten gelirken tırmanmak bir zulüm haline geliyr falan filan.. Dün güneş vardı Ankara'da, buzlanmayı daha felaket artırdı zaten, "neyse" dedim, "kar yağmaz artık inşallah" bir de baktım bu sabah serviste işe giderken resmen tipi şeklinde kar yağıyor :((( Bilgisayardaki hava durumu gadget'i şu an -10 dereceyi gösteriyor filan. Velhasıl-ı kelam ben donuyorum, ayaklarımı kaloriferle bütünleştirmek istiyorum, ellerim yarıldı soğuktan, Allah dışarıda kalanlara dirayet versin...

Okumaya başladığım "Küçük Mucizeler Dükkanı" adlı kitabım çokkk güzel. Zaten yorumlarda sevgili Zeynep ve sevgili Fatma, çok çok güzel olduğunu söylemişlerdi, hele ki örgü seviyorsanız... Ben de gündüzleri işyerinde boş zamanlarımda kitabımı okuyorum, akşamları evde de şalımı örmeye devam ediyorum.

Sizde de olur mu bilmem. Bazı kitapları okurken sanki o kitabın bir parçaası olursunuz, elinize aldığınız anda sayfaları çevirince o dünyanın içine girip o alemde yaşamaya başlarsınız, ta ki kitabı kapatana kadar. Bir sonraki boş anınızı dört gözle beklersiniz ki, o büyülü dünyaya tekrar girip, oranın bir ferdi olabilmek için. Şu an bende de tam böyle bir duygu var. Normalde hızlı kitap okurum, bazı kitapları bir günde bitirmişliğim vardır, amma velakin ben bile bile yavaş okuyorum ki aldığım haz bitmesin öyle hemencecik, ben de biraz daha keyfini sürebileyim bu duygunun... :)

Bu resimler de size örmeye başladığım şal için... Pazartesi akşamı eve dönerken mahallemizdeki sevimli bir ailenin işlettiği tuhafiyemize girdim, hemen aldım. Alize Angora Batik ip kullanıyorum, kahve ve hakinin değişimli yer aldığı bir yumak tercih ettim her zevke uysun diye :)

Pazartesi akşamı geldiğim durum,



Rengini umarım beğenmişsinizdir :)




Ve dün akşam bir taraftan "Öyle Bir Geçer Zaman Ki"yi izleyip, bir taraftan da örgüme devam ettiğim durum. İlk kısımları hızlı bitiyor zaten şalın, çiçek motiflerine gelince biraz uğraşıyoruz o kadar :)




Umarım sonucu beğenirsiniz. Bu akşam kaldığım yerden devam edeceğim :)

Benden şimdilik bu kadar,

Karlı Şehrimden herkese öpücükler, sevgiler :)

16 Ocak 2012 Pazartesi

Boşlukta Kaldım :)

Hahahaaaa :)))))
Sınavlarım bugün itibariyle sona erdiii!!!

İkinci dönem başlayana kadar ben...

1- Deliler gibi kitap okumak istiyorum, önüme ne gelirse okuyacağım; roman, gazete, bloglarımız, hatta BİM indirim bültenleri ve ilanlara kadar herşeyi okuyacağımmm!!! Dün Ankara'da malumunuz üzere, deli gibi bir kar yağışı vardı. Ben kitap okuma aşkına, nişanlıyı da peşime takıp Kızılay'da kitapçı kitapçı dolaştım; her zamanki sahafıma gittim ama pazar dolayısıyla tüm sahaflar kapalıydı. Maksadım eski kitaplar almaktı, ama kısmet değilmiş, olsun dedim, ben de parça parça alırım artık, ve uzun zamandır okumak istediğim "Küçük Mucizeler Dükkanı" adlı romanı aldım.. Bakalım nasıl olacak.. :)))

2- Elişi aşkım depreşti! Ortaya birşeyler çıkarmak da beni deşarj eden yöntemlerden sadece biri!! Özellikle sadece bir ip yumağı alıp sonucunda ortaya bir giysi çıkması çok hoş :) Tığ işi bir şal örmek istiyorum, ve hatta ve hatta ördüğüm bu şalı çekiliş sonucu siz sevgili okuyucularımdan birine armağan etmek istiyorum... Nasıl olur sizce??? :))) (ÇOK ÖNEMLİ NOT: baştan yanlış anlaşılmalara mahal vermeyeyim, bu resim alıntıdır, sadece nasıl bir şal öreceğim hakkında fikir olsun diye konulmuştur, ben daha şalı örmedim, bu şalı da ben örmedim :)))

3- Sabahları doyasıya uyumak istiyorum!!! Ama bu an itibariyle artık mümkün değil çünkü bugün işe başladım, hatta şu an dairedeki bilgisayarımdan yazıyorum sizlere :) Özlemişim ama dairemi ya, insan işyerine alışınca diğer günlük yaşam acayibine gidiyor, hatta okul bile farklı geliyor insana. Çok şükür çalışıyorum, iyi ki bir işim var, Rabbime şükürler olsun. Bu arada Pembedüşler Ablacığımı da çok özledim, bayaaaa bir havadis birikti hepsini tasnif edip ayrı ayrı anlatacağım inşallah ona uygun bir zamanda :)

ohhh, şimdilik bu kadar benden haberler, biraz da sizlerin haberlerine bakalım şimdi :)))

Öpücükler :)))

13 Ocak 2012 Cuma

Yine Bir Ajanda Yazısı :)

Ohhh! Çok şükür cuma akşamına vardık.. Cuma gecelerini çok severim ben, haftasonunun başlayışını müjdeler ya insana, bir rahatlık gelir. İşte o duyguya bayılıyorum ben. Şu an bu yazıyı koca bir fincan çayla berbaer hazırlıyorum. Evde ortam sessiz, annem iş dolayısıyla şehirdışına gitti. Şimdilik evin annesi benim :) Evlilik antrenmanı gibi, desem de pek değil :) Bulaşıkları makineye dizip mutfağı derli toplu tutmak birkaç gün idare edecektir bizi sanırım :) Babam işyerinde yorulduğu için uyudu, 16 yaşındaki kardeşim de Cartoon Network'te Gumball'ı izleyip, cep telefonundan Facebook'ta takılıyor. Bu nesil elinden hiç mi telefonunu düşürmüyor nedir? 5 dakikada bir durum güncelleme, mesajlar yazma, şu şunu beğendi, bu buna bunu dedi... Hey Allahım :)))

Benim de nihayet son bir sınavım kaldı, Allaha çok şükür. Bugünkü sınavım da tam bir kazık örneğiydi :( Taii dolu bir kağt verdim ama bu dolu kağıda hoca kaç puan verir artık o tartışılır, sürekli yanıltmaya düşürmeye çalışmış çünkü bizi... Neyse sınavı da geçiyorum...

Bu aralar takıldıklarımdan bahsedeyim sizlere. Bu sene bir ajanda sevdası başladı bende, bunu da Kitapyurdu.com'dan alışveriş ederken görmüştüm, ve çok da hoşuma gitmişti. Fiyatı da cazip gelince hemen sepete attım tabii :) Toplu kitap alışverişlerimde genelde Kitapyurdu'nu kullanıyorum, gayet de uygun oluyor :)

İşte 2012 Yazarlar Ajandası :)

Çok güzel dizayn etmişler. Her hafta için bir yazarı konuk etmişler sol sayfalara, her sayfa altında da kitaplarla ilgili bir özlü söz koymuşlar...


Her ayın başına da bir takvim koymuşlar; yazarların, ünlülerin doğum günleri, eserlerin yazıldığı basıldığı tarihler, önemli olaylar...


Ben de bu güzelim ajandayı nasıl değerlendireyim derken, aklıma bir fikir geldi... Notlarımı almak içi halihazırda başka bir ajandam varken; bu ajandamın da sayfalarına ismiyle münasip şekilde, her gün okuyup da en beğendiğim sözleri not düşmeye karar verdim... Resmi tıklayıp, neler yazdığımı görebilirsiniz... Yazım pek karışık, kusuruma bakmayın :)))


Geçenlerde A101'e uğradım bu arada, aslında sevgili Dilek gibi ben de BİM ve A101'i yakından takip ediyorum. Sırada beklerken kasa üzerinde LIP SMACKER'ın standını gördüm.. Bu harika dudak koruyucular kaç liraydı bilin bakalım :) Sadece 1 TL :)) İlk gittiğimde Strawberry Fanta'yı aldım :) Sonra kardeşim de istedi, birdahaki gittiğimde ona alırken bu sefer yine dayanamayıp bir tane de Sprite olanından aldım :) Şimdi Strawberry olan kalem kutumda, Sprite ise kabanımın cebinde. Aklıma geldikçe sürüyorum :) Ama inanın geçen hafta soğuktan yarılan, (ciiden yarıldı dudağım :( ) dudaklarıma süper geldi. Kesinlikte tavsiye ederim, iyi ki varsın Lip Smacker :)




Şimdilik benden bu kadar...

Hepinize iyi haftasonları :)

10 Ocak 2012 Salı

Cilt Problemi Teşhisi: Seboreik Dermatit

Karlı bir Ankara gecesinden iyi akşamlar :)

Haber spikeri gibi bir giriş yaptım. Ama bugün öyle tatlı öyle hoş bir gündü ki, günümü güzelleştiren kar'a sonsuz şükran borçluyum :) Sabahtan beri pozitif enerjiyle doldurdu beni; karlı havada yürümesi de, gezmesi de, pencereden bakması da ayrı güzel :) Tabii bize çok da eziyet çektirmemesi kaydıyla :) (bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu :)))

Neyse, bir evvelki yazımda bugün problemli cildim için doktora gideceğimi söylemiştim. Sabahleyin kaç gündür ilk defa saat 9'a kadar uyudum bu sayede :) Nasıl dinlenmiş hissettim kendimi, kütüphane koşturmasından uzak hissettim kendimi, Spartalı modundan sıyrıldım :) Karlı ve güzel havada evden çıktık annemle, doktorumuza gittik :) Doktor şööyle bir inceledi, ve dedi ki "seboreik dermatit" Sevgili Mutlu Anne Dilek'ciğim de bana yorumunda teşhisini koymuştu :) Çektirince tam çektiriyormuş bu meret demek ki, detaylı tanımı ve bilgi için  buraya tıklayabilirsiniz. Bir dolu ilaç verdiii, şampuanı ayrı, losyonu ayrı kremi ayrı, inşallah şifamı bulurum. Sivilcelerim için de dedi ki, "cildin çok hassas, ama lokal problemler, genel bir problem değil, onun için de bir krem yazıyorum" şimdi ayrı ayrı inceleyelim isterseniz :)


Ketoral Şampuan, şampuan işte :)
Betnovate saç losyonu, her gün kepek sorunu olan saçlı alanlara uygulanacak,
Locoid lipokrem, o da kızarıklık ve kaşıntı sorunu olan cilt yüzeyine uygulanacak,
Imex sivilce merhemi de, sivilcelerin üzerine nokta nokta, pıt pıt :) daha önce kullanmıştım ama sonra devam etmedim, bu sefer daha kararlı olacağım :)

Bakalım inşallah deva olur :)

Bir de benim o kozmetik sevdamdan vazgeçirmek için annem çırpınıyordu, sonunda doktorun tavsiyesiyle 2 ürüne başladık; onlar da burada işte,


Bioderma Sensibio H2O, benim berbat olmuş cildimi düzeltmek için cankurtaranım, çok çok hassas ciltlerde bile iritasyon yapmıyormuş, bir pamuğa döküp cildimi temizleyeceğim, suya filan gerek yok, makyaj çıkarmak için de çok kullanılan bir ürünmüş,
Bioderma Hydrabio ise kaybolan nemi geri getimek için yoğun nemlendiricim :)

Sensibio'da bir alana bir bedava kampanyası da süper oldu bu arada  ;)

Bakalım bunlardan nasıl sonuçlar alacağım :) size detayları geçeceğim efenim, umarım herşey yolunda gider...

Sevgiler herkese :)

9 Ocak 2012 Pazartesi

Problemli Cildim :(

Merhaba!
Bugün çok önemli bir sınav vardı benim için, o yüzden iki gündür yazamadım, yorumlarınıza zamanında dönemedim, sizleri okuyup yorum yazamadım, çok çok özür dilerim hepinizden :(


Ama sınavım beklediğimden güzel geçti, bu dersten de geçerim inşallah. Kütüphanede yer kapabilmek için haftasonu bile sabahların köründe uyandım, bu sabah en son pes etmiştim "banane artık ben uyumak istiyorum, gitmiceeem" filan diye ama sonra da dedim, "hadi kalk kızım, etme tutma" kös kös giyindim okula gittim sonra da :) sabahları erkenden doluyor kütüphane zaten, millette hunharca bir ders çalışma isteği canlanıyor yahu! :)

Bugünlerde sınav dönemim ya, benim kepeklerim ve sivilcelerim de iyice azmış durumdalar, bir taraftan da buna canım sıkılıyor. Kepek problemim neredeyse 12 13 yaşımdan beri var. Denemediğim şampuan kalmadı, bazıları hiç fayda etmiyor, bazıları kepeği kesip kaşıntı yapmaya devam ediyor, bazıları ise bir süre tüm şikayetleri kesip sonra herşey çok güzel giderken birden hepsini bir anda hortlatıveriyor :( Hani saçta kepeği anlıyorum ama  bazen kaşlarımda bile kepeklenme olabiliyor , "ne alaka?!" filan diyebilirsiniz ama ciddiyim. Cildim çok hassas zaten. Ama aynı zamanda da yağlı :( Bazen sivilce çıkarıyorum, strese ya da döneme göre bunlar üçe dörde de çıkabiliyor, öyle zamanlarda da cilt temizliğine kalkışıyorum, bu sefer cildim iyice tahriş oluyor :((( Gerçi annem her zaman dermokozmetik ürün kullan diye öğütler, ben de Clean&Clear, Neutrogena filan ne bulursam eve dolduruyorum, ama hiçbiri sorunu çözeceğine bir süre sonra cildimi kıpkırmızı hale getiriyor, ben de ürün kullanmayı bırakıyorum, taa ki birdahaki mucizevi(!) ürünü bulana kadar!!! Bir ümit alıyorum, sonra gene sonuç hüsran!!! Şimdiye kadar doktora gitmediğime çok pişmanım :((( Ama yarın sabah saat 10'a randevu aldık annemle, inşallah şu hassas cildime bir derman bulabilirim :(((

Neyse, size sonuçtan bilgi vereceğim :)

Bu arada Bacım Bal Gözlü Kız'ın çoook güzel bir hediye çekilişi var, ben de buradan anons ediyorum, katılmak isteyenler tık tık

Öpücükler :)

6 Ocak 2012 Cuma

Hayallerim, Balkonum ve Ben :)

Merhaba herkese :)

Bu aralar sınav zamanı ya; ben ders çalışmak yerine bu aralar bol bol hayal kurmaya başladım, ve bu post'ta sizi de hayallerime davet etmek istiyorum, birlikte güzel balkonlara bir gezintiye çıkalım, ne dersiniz?

Ama öncesinde ben biraz bu balkon sevgimin nereden kaynaklandığını anlatayım size :) Benim her zaman bir balkon tutkum olmuştur, ben küçükken bizim evimiz babaannemlere çok yakındı, her akşam yemeğimizi orada yer sonra evimize geçerdik ailemle. Havanın çok sıcak olduğu yaz akşamlarında da balkona kilim yolluk filan çıkarır, çay içer çekirdek çitlerdik, öyle tatlı muhabbetler olurdu ki; ben çocuktum ve en büyük zevkim de o muhabbetleri dinlerken annemin kucağında uyumaktı... :) İşte ben yaz akşamlarını ve balkon keyiflerini taaa o zamanlardan beri çokkk severim :) Hafif gün batımı da varsa değmeyin keyfime, o gün batımı tutkumu da ayrı bir yazıda anlatırım artık.

Nişanlandıktan sonra biz bir ev almaya karar verdik ailece, ben o zaman yine içimden geçiriyorum tabii "Allahım inşallah güzel bir ev buluruz, balkonu da güzel olur, ne olur yarabbim, lütfen lütfen" diye dua ediyorum :) Öyle çok ev baktık ki, hiçbirinde istediğimiz özellikler yoktu, balkonlar da güzel değildi. Bir gün tesadüfen bir satılık ev gördük mahallede, dışarıdan bakıyoruz, "hmm yeni görünüyor bina" dedi nişanlım, bu bizim için önde gelen kriterlerden biriydi, ben de birden "balkonu da genişmiş hem" dedim, geniş dediğim öyle hangar gibi değil, ama apartman köşebaşı zaten, balkon da tam köşe tarafta hani masa sandalye filan konulabilir dikdörtgen bir balkon :) nasıl mutluyum ama anlatamam :) daha ortada bişey de yok, ama ben hayal filan kuruyorum :) neyse.. biz emlakçıyı aradık, adamın işi varmış gelemedi, ertesi gün gene aradık gene göremedik evi, üçüncüde gittik gördük ve karar verdik :) nişanlım binanın diğer binalara göre daha genç olmasını sevdi, annemler orta kat ve güneydoğu cephe olmasını sevdi, ben ise en çok balkonunu sevdim :)

Yazın nasipse evleneceğim için de o tatlı balkonda bu tutkumu da doya doya yaşarım Allah nasip ederse...

Şimdi sizinle birkaç resim paylaşacağım :) öyle çok hayalci değilim, uygulayabileceğim fikirleri paylaşacağım sadece :)


mesela buradaki gibi, ufak bir masa ile katlanır birkaç sandalye ve canlı bir kilim :) Çiçeksiz de olmaz değil mi :) Ancak o çiçeklere dadanan kuşları nasıl kovalarız bilemem :)


bu balkon da yeşillikler içinde, sarmaşıklar filan, çok hoş :) ama onlarla her gün ilgilenmek gerekli :( o kadar vaktim olabilse keşke :(


bu sandalyede kitap okuması ne hoş olurdu değil mi? :)


burada da saksılar ve sandalyeler çok cezbetti beni doğrusu :)


buna en çok bayıldım amaaaa :) kırmızı, mavi, puantiyeler, galvaniz saksılı dekor... çok hoş, çokkk :)

şimdilik gözüme çarpan bunlar oldu,

belki bir gün siz de bana misafir gelirsiniz, biz de böyle bir balkon sefası yaparız :) ayy ne güzel olurdu :)))

sizi seviyorum, öpücükler :)




4 Ocak 2012 Çarşamba

Evde nerede ders çalışılır? :)

Merhaba herkese! :)

En son yolladığım posta o kadar güzel yorumlar yazdınız ki, her birinize ayrı ayrı, çok çok içten teşekkürlerimi ve sevgilerimi yolluyorum. O kadar iyi geldiniz ki bana, kendimi daha rahat hissetmeye başladım. Sonuç olarak aldığım ders şu ki; hayatta her günün değeri farklı, o yüzden her şeyin yeri de ayrı tadı da ayrı... :)

İş ve evden oluşan hayatım şu sıralar okul ve evden oluşuyor. Sabahları muntazaman uyanıp kütüphaneye yer kapmaya gidiyorum, öyle ki işe gittiğimde bile okula gittiğim zamanlardan daha geç uyanıyorum yahu! Araba da var güya ama, sabahları her yer buz tutuyor; hatta dün sabah kapılar donmuştu :D Yoldan geçen bir amca yardım etti bana, ben iki saat uğraştım açmak için, adam sadece kapıyı açmak için el attı ve açtı kapıyı ya! Ama benim uğraşlarımın gelip üzerine konduğunu düşünüyorum, yoksa ben kesin açardım!!! :P Gerçi ondan sonra da camdaki buzları kazımak için uğraştım o da ayrı bir dertti :D Buzlar çözüldükten sonra da camlar buğulandı, neyse ben bu konulara hiç girmesem daha iyi arabanın dertleri saymakla da bitmiyor çünkü :)))

Bugün de kütüphaneye gittim, fakat hiç de çalışasım gelmedi; ben de eve gelip çalışmaya karar verdim. Yalnız evde de süper konsantre bir ortamım yok öyle ders çalışmak için. Acayip ilginç mekanlarda ders çalışırım ben. Odaya kapanıp, düzenli çalışma masamda, düzgün gelen ışıkta çalışmak benim içini hiçbir zaman geçerli olmadı :) Bırakın odada çalışmayı, ben odada zaman bile geçiremem doğru düzgün, sevmiyorum öyle çalışmalı ortamları. (Kütüphane hariç tabii, sonuçta orası ev değil, ciddi bir kurum, ööhöh :)))

Ben ya mutfakta çalışırım ya da oturma odasında. Mutfakta çalışmak benim için ayrı bir aşk. Kedi gibiyim, mutfak görünce dadanıyorum. Öyle bildiğin oval masa, üstünde şekerlik, tuzluk filan, bir tarafta mutfak tezgahı, sandalyem kalorifere dayalı, ayaklarımı da tabureye uzatmışım, ohhh miss :) bundan daha güzel bir ortam olamaz, kesintisiz çalışırım artık, hele ki evdekiler de uyumuşlarsa :)

Bkz; mutfak çalışma masası, gerçi o gün benim yerimde Beggy oturuyordu (kardeşim)

Oturma odası daha alem benim için. Bir kere muhakkak televizyon açık olacak, ses gelmese bile o TV öyleee duracak. Hiç rahatsız da olmam. Ondan sonra ben yere minder koyup, kanepeye de kitap defter not yaymak suretiyle çalışmaya başlarım. Verim de alırım. İlkokuldayken de yerlerde yapardım ödevlerimi :)) O zamandan kalma bir alışkanlık olsa gerek benim için :)


Bu da daha yeni aldığım Kırmızı Ece Ajanda'm, hep istemişimdir bir tane de benim olsun diye, cuma gün internetten siparişini vermiştim, kargoda aksama yaşamasam dün elime geçmişti bile :) Umarım birbirinden güzel notlar tutabilirim :) kalemden de anlayacağınız gibi, mini mini bişey :)


Neyse, ben artık biraz da sizleri okuyayım, yorumlayayım, sonra da dersimin başına döneyim :) Yarın da annemi hastaneye kontrole götüreceğim, bir araba macerası daha yaşarım artık, neyse ki navigasyonum benim en büyük kurtarıcım :) Deneyimlerimi ayrı zamanda paylaşacağım :)

Sevgiler çoook :)))))