Merakla beklenen (!) ilk öyküm, sevabıyla günahıyla takdiri size bırakıyorum :)
Ankara'nın eski ve sakin muhitlerinden birinde bir apartman dairesi ve onun "bir hanımın asli görevi, ilk olarak aile bireylerinin midesini hoş tutmaktır" mantığıyla inşa edilmiş mutfağı. İşte Süheyla Hanım'ın günün asgari altı saatini geçirdiği biricik yer burasıydı. Annesi Sevim Hanım'ın mutfak işlerinden elini eteğini çekmesinden itibaren geçen sekiz yıllık süre zarfında da Süheyla'nım, mutfağa kendisinden başka kimsenin girmesine izin vermemişti. Çünkü düşüncesine göre, bir evde mutfağı kim yönetiyorsa evin gizli reisi oydu ve anlaşılan bu Karargaha kendinden başkasının girmesine tahammülü yoktu.
Bütün ablaları ver kardeşleri sırasıyla evlenen ancak kendine gelen taliplilere her defasında "sırası değil" diyen Süheyla Sakiner, annesi Sevim ve babası Sıtkı Sakiner ile soyadlarıyla müstesna bu sakin semtte ikamet ediyor ve zihninin arka odalarında onca yılın mahsulü korkuları, kuruntuları ve takıntıları ile yaşamaya devam ediyordu.
Günlük mutfak mesaisinin ikinci iki saatlik kısmı olan akşam yemeğini hazırlama faslı için mutfağa geçmeye hazırlanıyordu Süheyla'nım. Dakika aksatmaz, salondaki Hislon duvar saati vaktin geldiğini bildiren ilk gongu vurur vurmaz mutfağa damlardı. Muhakkak son gong vurmadan evvel kapıdan içeri girmeliydi. Bu geç kalmalar yüzünden daha evvel çeşitli uğursuzluklara maruz kalmıştı kendince. En beteri 9 ay evvel vukuu bulan salata yaparken çelik Bursa bıçağını ayağına düşürmesi ile doğan uğursuzluklar silsilesiydi. Zaten bıçağın yere düşmesi başlıbaşına bir felakete delaletti. O günün ertesi sigortaları kısa devre yapmış, bir sonraki gün ise yan apartmandaki Ayla'nımların evine hırsız girmişti. Süheyla'nımın komplo teorisine görea göre, Ayla'nımların evine giren hırsız aslında kendi evlerine girmeyi planlamış, ancak sevinilecek bir tesadüf eseri binaları karıştırmıştı. Bu Süheyla'nım için gökyüzünün mavi olması kadar gerçek birşeydi, ama kimse bunu anlamak istemiyordu o ayrı. (Sadece öyle takıntıları da yoktu. Mutfağa girince ilk işi üç defa ellerini yıkamak olan Süheyla'nım, sebzelerini de yedi defa durulamadan asla ve kat'a işine başlamazdı... Takıntı mevzuuna fazla girilmesi içinden çıkılmaz bir hal alabilir...) İşte tüm bu felaketlerin mutfağa geç girmesinden ötürü kaynaklandığına yürekten inanan Süheyla'nım, geç kalma ihtimalini düşünürken ürperdi ve "Töve Allahım, tövbe Yarabbim..." diye mırıldandıktan sonra mutfağa yöneldi.
Kaıpdan içeri adım atacakken üçüncü gon vurmaktaydı ancak Sıtkı Sakiner'in gür ve tok sesi, gong vuruşunu bile bastıracak şekilde oturma odasından koridora yayıldı:
"Süheyla, gel buraya! Şu alet yine çalışmıyor!"
Duyduğu emir, Süheyla'nım'da soğuk duş etkisine sebep oldu. Sıtkı Sakiner dediğim dedik, tezcanlı ve kızı kadar otorite kurmaya müptela bir adamdı. Süheyla biliyordu ki; oturma odasına gitmeyecek olursa, babası hırgür çıkaracak, akşam sofraya oturmayacak ve en az üç gün Süheyla'ya Süheyla'ya hayatı zindan edecek bir kamyon dolusu laf sarfedecekti.
Ama Süheyla'nım, yine, biliyordu ki; eğer mutfağa gitmeyip de o odaya geçerse, başına çok daha büyük felaketler gelecekti.
"Baba, şimdi gelemem, akşam yemeğini hazırlamam lazım.
"Ama ben de saat dört ajansını kaçırmak istemiyorum."
"Bekleyiversin ajansın."
"Ajans beklemez Süheyla, ellibeş yaşındasın öğrenemedin mi? Yahut bunca senelik babanın da mı huyunu suyunu bellemedin?!"
Bu üstü kapalı "tehdidi" işiten Süheyla'nım, mutfaktan içeri adım attı, içinden onbire kadar sayarak içeride dolandı ve sonra sağ ayağıyla mutfaktan çıkarak içeri yöneldi. Paniğe kapılmıştı. éAma içeri girdim, saat dörtte mutfaktaydım; hiç girmesem o vakit uğursuzluk gelirdi. Yok yok birşeycik olmaz..." Yine kalbi gözlerinde atıyor gibiydi.
"Efendim baba!"
"Ya Süheyla, şu zımbırtının kumandasına bir baksana, düğmeye basıyorum basıyorum almıyor. Ben demiştim zaten, eski televizyon işimi görüyrdu. Ne gerek vardı yenisine?! Annenle ikiniz dizilerdeki şebekleri daha iyi görün diye milyarlık televizyon alınır, Sıtkı Bey bir haber izleyecek olsun, o da çalışmaz sen gibi inat eder. Bu zıkkım da sizden taraf!!!"
"Tamam baba tamam, ver bir kumandayı bana." diyerek konuyu değiştirmeye çalışan Süheyla'nım, içten içe endişe girdabına doğru sürüklenirken bir yandan da şu lanet sorun neymiş onu anlamaya uğraşıyordu.
"Amaaan, baba, e fişini çekmişsin ya sen televizyonun!"
"Hı?!... Neyse, haydi sen işine bak artık."
Süheyla'nım tek kelime etmeden mutfağa gitti. Ama kapıdan içeri girer girmez, felaketlerin evine uğramaması için aklına gelen tüm duaları ardı ardına sıralamaya başladı, ama nafile. İçindeki ses sürekli olarak "vakit geçti Süheyla, geç kaldın..." diye yineleyip duruyordu.
Aklındaki bu kötü düşünceyi savabilmek için ne yemek yapacağını bile düşünmeden (ki bu çok olağandışı bir durumdu); mutfağın köşesindeki hasır rafın en altından birkaç baş mor soğan çıkarıp, tezgahın üzerinde soymaya koyuldu.
"Bak gör, yarım saate kötü birşey olacak." dedi içindeki ses.
"Saçmalama Süheyla," diye yanıtladı kendini Süheyla'nım.
"Daha evvel de öyle olmadı mı? Hırsız yönünü şaşmasa çoktaaan elde ne var ne yok götürmüştü."
"Ama tam vaktinde girdim kapıdan, yok yok olmaz birşey."
"Sen öyle zannet. Haydi baban hasta olursa gece, ya fenalaşırsa?"
"Allah esirgesin, hem ilaçlarını düzgünce içiyor artık inat etmeden, perhizine de bağlıyız çok şükür."
"O zaman yeğenin okuldan dönerken araba çarparsa ya?!"
"Offf, nereden de çıkarırsın böyle şeyleri! Sus, sus Allah aşkına!"
"Peki ya geceleyin doğalgaz kaçağından zehirlenirsek tüm aile? Ölümüzü kimbilir kaç gün sonra bulurlar, şişeriz de... Kimse çalmaz kapımızı zaten, ölümüzden de korkarlar, hem de morarırız..."
Süheyla'nım dehşete kapıldı birden, gözleri büyüdü. Aklına gelen bu senaryodan sonra hızla üzerini değiştirip, Sıtkı ve Sevim Sakiner'e asla inandırıcı gelmeyen "Kilerdeki bulgur böceklenmiş, gideyim de bir koşu alıp geleyim." yalanını attıktan sonra en yakın hırdavatçıya koştu, doğalgaz alarmı almak üzere.
Ancak aslolarak, iç dünyasındaki kaçakları önleyecek bir alarma ihtiyacı vardı.
Ankara, 13/03/2012